8 Mayıs 2013 Çarşamba

Ne Tuhaf

 Güzel şarkılar var insanların hayatlarında. Her sözü bir parçasından yakalamış hayatını. Melodiler ritimler bazı sıralı arpejler onu bir zirvede gibi özgür hissettirmiş yeri gelmiş en dipsiz kuyularda karanlığa gömmüş. İnsanca duygularımızı yine bizim gibi hissedenlerin nefeslerinde ve sazlarında duymuşuz ve sevmişiz. Bir ömür süregelen bir sorgulayışın ne zaman başladığını düşünüyorum. yani bu kadar sorgulayışımı. hayatımın şu 35 yıllık özetinde kadınların bu kadar önemli olma sebebini anlamaya çalışıyorum şimdilerde. Çok güçlü bir libido mu , başarısızlık mı , çok sevilmek mi , çok sevememek mi , 35 yılda bir kaç kez sevip siklenmemek mi , 35 yılda 35 kez sevilip siklememek mi , soruların ve yapılacak analizin sonu olmayışı mı ? Olay şöyle başlıyor ;
 Hiç ummadığın bir vakit her sabah gittiğin bir güzergahta bir kadın görüyorsun. Zarif kendinden emin tavırları içinde bir kez daha bakıyorsun ve görmek algıya dönüşüyor. Sonra bir kez daha bir kez daha sen ne zaman kafanı kaldırsan karşına çıkıp ben burdayım hiç gitmedim ki der gibi karşında duruyor. Artık sabah işe gidişlerin değişik bi anlam kazanıyor.Acaba bugün karşımda olur mu diye. Bilinç yerleştirdiğin her sabah onu göremezken , aklından çıktığı her an karşına çıkıyor hınzır bir çocuk gibi. İletişimsizlik , seni onun ne düşündüğü hakkında farklı kulvarlara savururken bak yine karşında. Sonra yanında arkanda. Bu kadar tesadüfün acaba tesadüf mü bu karşılaşmalar diyeceğin zamanlarda bir merhaba ile bilinmezlikten sıyrılıyorsun. Artık bambaşka bir kulvar açılıyor önünde ya da bir oyunun yeni bir level ı gibi. Hiç bilmiyorsun bu bölümü tamamen yabancısın ne desen ne söylesen sanki kendin gibi değilsin. Bundan önce ki tüm ezberler bozuluyor ve sen bu kadar önemsediğin bi durum karşısında beynine hakim olamayıp hiç yapmadığın hiç söylemediğin sözleri çıkartıyorsun ağzından. Aslında bu sen değilsin farkındasın ama heyhat kendinin önemsenmesini istediğinden belki , bambaşka bir insana dönüşüyorsun. Haliyle işler iyi gitmiyor. Hiçbir işe yaramayacağını bildiğin halde sevdiğin insanlara anlatıyorsun bu aciz halini. Tabi ki herkesin söyleyeceği bir çift laf var. Aynı askere giderken dinlediğin bir ton laf gibi hiçbiri senin bu durumu tecrübe ettiğin anda yanında olmuyor.

Hayatın diyalektiği , akışkanlığı ve büyük ozan Ortaçgilin sözleri şunu gösteriyor ki ; Aşk bir dengesizlik işi...

19 Kasım 2012 Pazartesi

Görücü Usülü

  Olaya iki farklı açıdan yaklaşığımız zaman farklı bakış açılarından da sonuç aynı kapıya çıkıyor zira birinin memleket dahilin de kabulü gayet normal karşılanırken ikinci örneklemede tamamen tu kakaya bağlıyoruz olayı.. buyrun size iki örnek açıklama ;

 Örnek 1 :  Kanka mertebesinde ki arkadaşın ve sevgilisi seni baş göz etmek için çok güzel bir akşam yemeğinde ( the marmara kafe olsun hadi ) bir kız ile tanıştırıyorlar. güzel bir akşam oluyor fakat tanıştırılan hatun kişi ile frekanslarınız uyuşmuyor yediğiniz yemekle kalıyorsunuz..

Örnek 2 : Anneniz bir gün çıkıp diyor ki bak oğlum yeter sürttüğün . Bir kız var senin için gayet uygun hem yengenin de yakını. Yine çok güzel bir akşam yemeğinde ( ne tesadüf ki the marmara kafe ) tanışıyorsunuz. Tanışılan hatun kişi ile frekans bozukluğu yaşanıyor yine ve yediğiniz yemekle kalıyorsunuz.

  Şimdi birinci akşamı alın sorun çevrenize kimse sorun etmez dert etmez. Çünkü bir meşruiyeti vardır insanların gözünde. Gel gör ki tanıştırma mevzuunu aile bireyleri üstlenince bu meşruiyet ortadan kalkıyor ne hikmetse ve hemen  köylü ve geri kafalı oluyor olaraktan yaftayı yiyorsun.
  İronik olan iki akşam da görücü usulünde vukuu buldu! 

  İnsanların ilişkilerinin temelinde ki tanışmak kavramına yüklenen aidiyetleri kendimiz uyduruyoruz. Şartlı ya da şartsız tanışmalarda ne gibi bir beis olabilir. Mesele üniversite bitiren genç kız ya da erkek önyargılarından kurtulmuş mudur. 

  Yaz tatilinde tanışıyorsun kabul , arkadaşın tanıştırıyor kabul , fotoğraf kulübünde tanışıyorsun kabul , otobüs durağında karşılaşılıyor her gün ve tanışılıyor kabul, doğum günü partilerinde tanışılıyor kabul , ailemiz tanıştırıyor yok olmaz itirazım var...

  Benim de itirazım var Açık Mert Korkusuzca..!

16 Kasım 2012 Cuma

80'lerde çocuk olmak...

Asfaltlanmamış yollar da mıhlarla çivi oynamak vardı hatırda kalan. Apartmanların giriş katlarında ki dairelerin demirli pencerelerinden kale yapıp  12 oynanırdı rahmetli abdurrahman dayının küfürlerini duyana dek. Mahallemizin sol yanına dikilmiş getto gibi bir duvarın sınırında plastik toplar mutlaka patlardı mütemadiyen. Annem'de dahil tüm mahalle kadınları kendi çocuklarına top oynarken tahammül edemezdi ne garip. Cüzzamlı muamelesi görerek sokaktan kovulurduk. Çocukken philps tercümesini "filibiss" diye adlandıran bir nesildik seksenlerde. Şimdi üzerinde  metrocity olan arsanın seksenlerde çok önemli mahalli futbol müsabakalarına tanıklık etmiş filibis top sahasında deli gibi koşardık mahalleden kovulduğumuzda. Metal kapak fabrikasından gazoz kapak çalar içini pencere kenarlarından aşırdığımız macunlarla beslerdik. Yılan oyunu o zamanların moda oyunu. Sonra aşağğa mahalleden bir çocuk sesi gelirdi inceden. 

- Yağmaaaaaaaaa !

bu ses şimşekler çaktırırdı beynimizde. Misketlerin yağmalandığını duyup koşmayan bir seksenlere mensup yoktur sanırım. Böyle bir günde kan  ter içinde kalıp eve dönüşte abimin elinde sarı kırmızı uçurtmamızı görüp peşine takılmışlığım çoktu. Kırnap ipin ucunda göğü delerdi uçurtmamız. Zincirlikuyu mezarlığının Sabancı Camii kondurulmamış , her köşesi mezar olmamış yıllardı seksenler. Saka yakalamışlığımız , arefe ve bayram günlerinde su döküşlerimiz mezar üstlerine .125 ile anneanne ye gidilip dönüşte hacıbozandan acıbadem yediğimiz günlerdi seksenler. Levent çarşı da ki iş bankasında kumbarayı açtırıp migros otobüsüne uğradığımız günlerdi. 

Ne yalan söylim çok güzel günlerdi.

13 Kasım 2012 Salı

Babam 1939-2011

yoğun bakım ünitesinden çıkıyordu ben kapının önünde ne kadar zaman geçtiğini bilmeden öylece beklerken. 
çok sevdiği arkadaşının 18 yaşındaki oğlunun cenazesinde yığılıp kaldı dediler o kapının önüne geldiğimde. bir cenaze sebep olmuştu babamın cenazesine. hayat akıp gidiyordu heryerde fakat trabzon tıp fakültesinde yerimde duramıyordum. tam on günlük sinir harbi , gelenler gidenler yerli yersiz konuşanlar arayanlar soranlar. herşey olduğunca akıp giderken babam üniteye bağlanıp tam sekiz gün kaldı nöroşirurji denilen illet yerde. çaresizliğin vücut bulmuş kapısı gibiydi. siz doktorunu her gördüğünüzde belki iyi bir şey söyler diye nefesinizi tutarken o elindeki sigaranın dumanını yüzünüze üfler gibi kayıtsız konuşurdu. " biz bir gelişme olursa sizi ararız " iki kere aradılar birinde durumun vehameti ve diğerinde öldüğü. ikinci haberi uykumun tutmadığı bir cuma sabahında aldım. ismi duyduğumda doktoru görmeye giderken babamın hayatımdaki sahneleri film şeridi gibi geçti önümden. gülüşü , sinirlenince salladığı küfürleri , karadenizin hırçın sularında yüzme öğrettiği günler , karakovan peteklerini sağarken onu eski evin penceresinden izlediğim çocukluğum , omzunda ali samiyende ki ilk maçlarım , araba kullanırken sinirlenip salladığı dakikakalar.... sanki o dakikaya kadar onun bir uçurumdan düşmekte olduğu ve elini bırakmadığımı hissettim. sonra boşluğa doğru yol aldı doktor kurtaramadık dediğinde. ağlamak gelmedi içimden ta ki morgda "meftanız" diyene kadar. güzel bir uykuya yatmış gibi huzurluydu yüzü. ya da ben öyle olmasını umud ediyordum.
deniz kenarında bir orman içinde ki köy mezarlığında yağmurdan boşanırcasına yağan haziran yağmuruyla uğurladık ebedi istirahatına. kabullenememek ne kadar insanca bir duygu ise zamanla unutmak da insan için varolan bir duygu. hiç bir nasihat babanın yokluğuyla tecrübe edilemez derler. en büyük tecrübeyi yaşattığı için ve hatırladığımda yüzümde oluşan tebessümü yarattığı için ne kadar dua etsem azdır kendisine.