yoğun bakım ünitesinden çıkıyordu ben kapının önünde ne kadar zaman geçtiğini bilmeden öylece beklerken.
çok sevdiği arkadaşının 18 yaşındaki oğlunun cenazesinde yığılıp kaldı dediler o kapının önüne geldiğimde. bir cenaze sebep olmuştu babamın cenazesine. hayat akıp gidiyordu heryerde fakat trabzon tıp fakültesinde yerimde duramıyordum. tam on günlük sinir harbi , gelenler gidenler yerli yersiz konuşanlar arayanlar soranlar. herşey olduğunca akıp giderken babam üniteye bağlanıp tam sekiz gün kaldı nöroşirurji denilen illet yerde. çaresizliğin vücut bulmuş kapısı gibiydi. siz doktorunu her gördüğünüzde belki iyi bir şey söyler diye nefesinizi tutarken o elindeki sigaranın dumanını yüzünüze üfler gibi kayıtsız konuşurdu. " biz bir gelişme olursa sizi ararız " iki kere aradılar birinde durumun vehameti ve diğerinde öldüğü. ikinci haberi uykumun tutmadığı bir cuma sabahında aldım. ismi duyduğumda doktoru görmeye giderken babamın hayatımdaki sahneleri film şeridi gibi geçti önümden. gülüşü , sinirlenince salladığı küfürleri , karadenizin hırçın sularında yüzme öğrettiği günler , karakovan peteklerini sağarken onu eski evin penceresinden izlediğim çocukluğum , omzunda ali samiyende ki ilk maçlarım , araba kullanırken sinirlenip salladığı dakikakalar.... sanki o dakikaya kadar onun bir uçurumdan düşmekte olduğu ve elini bırakmadığımı hissettim. sonra boşluğa doğru yol aldı doktor kurtaramadık dediğinde. ağlamak gelmedi içimden ta ki morgda "meftanız" diyene kadar. güzel bir uykuya yatmış gibi huzurluydu yüzü. ya da ben öyle olmasını umud ediyordum.
deniz kenarında bir orman içinde ki köy mezarlığında yağmurdan boşanırcasına yağan haziran yağmuruyla uğurladık ebedi istirahatına. kabullenememek ne kadar insanca bir duygu ise zamanla unutmak da insan için varolan bir duygu. hiç bir nasihat babanın yokluğuyla tecrübe edilemez derler. en büyük tecrübeyi yaşattığı için ve hatırladığımda yüzümde oluşan tebessümü yarattığı için ne kadar dua etsem azdır kendisine.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder